Telefonlar Acı Acı Çalar Mı ?

Türkiye’de ev telefonları yaygın biçimde kullanılmaya başlandığında küçük bir çocuktum ve yeşil renkte çevirmeli bir telefonumuz vardı. Hatta telefonun çevirme mekanizmasının kilitli olduğunu da hatırlıyorum. Telefonu kullanabilmeniz için kilidi açacak küçük anahtarı ele geçirmeniz gerekiyordu. Telefonlar evin baş köşesindeki bir fiskos sehpada üzerlerinde bir dantel örtüyle dururdu.

 O günün şartlarında belki lüks sayılabilecek bir iletişim aracı olan ev telefonuna her aile sahip değildi. Zaman zaman komşularının telefonlarını izin isteyerek kullanırdı ev telefonu olmayanlar. Bazen de ev telefonu olarak komşularının telefon numarasını yakınlarına verirler ve aranacakları zamanlarda büyük bir heyecanla telefonun çalmasını beklerlerdi.

Tuşlu telefonlar çıkana kadar özellikle telefon numarasında 8 9 gibi büyük rakam olan numaraları çevirmek epey bir zaman alırdı. Hele 0’ın dönmesini sabırla beklerdiniz. O dönemlerde anda kalmak, anı yaşamak gibi günümüzün popüler ifadesini doyasıya yaşadığınız bu gibi pek çok şey vardı. Sonraları televizyon ekranlarında yayınlanan çocuk oyunlarına telefonumuz o dönemde çevirmeli olduğu için katılamadığımı ve buna ne kadar üzüldüğümü anımsıyorum. Telefonumuz tuşlu bir ev telefonu ile değiştirildiğindeyse o oyunları oynayacak çağı geçmiştim.

O yıllarda ev telefonu kullanımı çok yaygın olmadığı ve telefon kullanım ücretleri yüksek olduğu için telefonların zilleri belki de günde 2-3 kez ancak çalardı. Telefonların sesleri de standarttı ve oldukça yüksek ses çıkarırdı. Ayrıca akşam 10’dan sonra acil bir durum olmadıkça kimseyi aramamak eskilerin deyimiyle bir adab-ı muaşeret kuralıydı. Bu sebeplerle zil seslerini duyduğunda özellikle evin annelerinin ağzından “acı acı çalıyor” şeklinde bir ifade çıkardı. Başlarda bu ifadeye anlam veremediğimi sonraları ise bu ifade kullanıldığında kötü bir haber gelmesi gerektiğini beklediğimi hatırlıyorum. Evlerde geç saatte telefon çaldığında “sen aç”, “sen aç” diyerek herkes yükü bir başkasına devretmeye çalışırdı.   

Geç saatte beklenmedik bir anda gelen aramalar için tedirgin olmak günümüz için de makul bir duygu fakat normal bir vakitte hep aynı melodi ve şiddetle gelen bir telefon sesinin acı acı geldiğini söylemek muhakkak bilişsel bir çarpıtmaydı. “Telefon bu saatte çalıyorsa mutlaka kötü bir haber içindir” düşüncesinin de rasyonel bir bakışı yansıtmadığı söylenebilir lakin o dönemin şartlarında kötü bir haber gelmesi ihtimal dahilinde görülebilir. Çünkü ailelerin birçoğu elzem hale gelmedikçe telefonları kullanmıyorlardı.   

Telefon sesine “acı acı çalıyor yine” diyen kişilerin bilişsel bir çarpıtmadan ziyade belki de geçmişlerinde travmatik birçok anısı vardı. Bu kişiler hayatları boyunca birçok acı haber aldıklarından telefon seslerinden irkilir hale gelmişlerdi. O dönemin günlük dilinde sıradan bir ifadeydi belki fakat yüksek bir kaygı bozukluğunun da göstergesiydi.

Günümüzde de böyle kişiler yok değil ! Bilinmeyen numaradan arandıklarında veya uzak bir şehirde yaşayan bir yakını aradığında beden dillerinden ne kadar kaygılandıkları görülebilir. Hatta çocukları uzun yola çıkan annelerin özellikle “vardığında mutlaka telefon” et diyip, telefon gelene kadar büyük bir kaygıyla bekledikleri, tam aranmayı beklediği sıralarda da bilinmeyen bir numaradan arandıklarında veya aranma süresi uzadığında nasıl telaşlandıklarını birçok kez gözlemlemişimdir.

Travmatik yaşantılarımızı zihnimiz bir sesle, bir kokuyla, bir eşyayla, bir sözcükle kodlayabiliyor. Bu travma tetikçilerine maruz kalındığında da sanki o travmayı yeniden yaşayacakmışız gibi bir ruh haline girebiliyoruz. Zaman zaman da travmanın en sarsıcı yanı olan kontrolü kaybetme duygusunu telafi edebilmek için kendi travmalarımızı tekrar tekrar bilinçdışı bir süreçle yaşayabiliyoruz.

“Ağrıyan diş metaforu” adı verilen bu durum; diş çektirdikten sonra dilimizin sürekli dişimizin çekildiği boşluğa istemsizce gitmesi şeklinde ifade ediliyor.  

Sahiden “telefonlar acı acı çalar mı ? ”

Yorum yapın